Değerli Dersim Halkı, Sizleri Tertip Komitesi Başkanı olarak saygıyla selamlıyorum…
Hepiniz hoş geldiniz..
Bugün sadece bir çevre sorununun değil, Anayasa’nın bize tanıdığı yaşam hakkını, kültürel varlıklarımızı ve ortak geleceğimizi savunmak için buradayız.
Bu coğrafyada yaşanan her müdahale yalnızca doğaya değil, hukuka, toplumsal hafızaya, kuşaktan kuşağa taşınmış değerlere yöneliktir.
Hangi birini anlatalım!.. Munzur Dağları’nın tamamının maden sahası ilan edilmesini mi?
Binlerce yıllık ekosistemin bir kalem darbeyle şirketlere teslim edilmesini mi?
Pülümür’de arıcılığı ve canlı yaşamını yok edecek Rüzgâr Güllerini mi, elektrikte üretim diye doğayı, yaşamı sona erdiren Baraj ve Hesleri mi, göç tesisi için Sütlüce’yi mi, akıbeti belli olmayan HES’ler ve istihdam için Cevizlidere’yi mi, çöpleriyle yaşamı zehirlenmek istenen Sini’yi mi, hangisini?
Biz artık ney’i anlatalım biliyor musunuz?
Burada yaşananların adım adım büyük bir yaşam hakkı gaspı olduğunu anlatalım!
Doğamızı, suyumuzu, toprağımızı, kutsal mekânlarımızı rantın ve şirketlerin insafına bırakıldığını anlatalım.
Biliyoruz!.. Türkiye’de doğası en çok tahrip edilen illerin başında Dersim geliyor.
Dersim’de 80’li yıllardan bu yana bölgeye onlarca baraj ve HES’in yapımı tamamlanarak, işletmeye açıldı, hemen hemen hepsi su tuttu ve bölgenin doğal yapısı ağır şekilde tahrip edildi.
Bugün bölgemizde TAGAR HES diye doğayı yok eden projeye yönelik açmış olduğumuz davada yürütmenin durdurulması kararı verilmişti fakat HES’i yapmaya devam ediyorlar.
Özellikle bölgeden başlayıp Pülümür Hel Dağları ve Bağır Dağı eteklerine kadar uzanan hat boyunca daha da kontrolsüzce ilerlemesi sağlandı.
Bölgenin oksijeni, suyu ve dağlarının nasıl şirketler eliyle yok edildiği de kamuoyu tarafından bilinmektedir.
Kutsal alanlarımız olan Bağır Sipi maden şirketi tarafından delik deşik edilmiş.
Munzur Havzası’nda 143 bin hektarlık bir sahada da dördüncü grup madencilik planlarının olduğunu da biliyoruz.
Özellikle altın, gümüş, molibden, krom madenciliği projeleri, devasa ormanlık alanların tamamına yakınını tehdit ediyor.
Bölgede süren doğal ve ekolojik yıkım sadece bunlarla da sınırlı değil.
Bu kadim kentte aynı zamanda inanç merkezleri üzerindeki rekreasyon veya peyzaj projeleri, atık su ve atık tesislerinin bulunmaması nedeniyle sulara akıtılan atıklar, kontrolsüz turizm faaliyetleri, yabani hayvan avcılığı gibi girişimler her geçen gün kentin ekosistemine daha fazla zarar veriyor.
Dersim kadim zamanlardan beri kutsal mekânlara, dergahlara ev sahipliği yapmıştır.
Dersim’in bir inanç ve kültür coğrafyası olduğunu artık Türkiye kamuoyunun ve şirketlerin bilmesi gerekiyor.
Orman Kanunu hükümlerine göre orman alanlarının hiçbir şekilde tahrip edilmesi mümkün değil.
Türkiye’nin tarafı olduğu Bern Sözleşmesi’ne göre de korunan türlere, habitatlara zarar verilemez.
Meşe ormanları bir habitattır. Bu habitatların korunması, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmeler gereğince mutlaka zorunludur.
Bu habitatlara zarar verilmesine izin vermeyeceğiz.
---
Bu sebeple Munzur’a, Pülümür’e, Sütlüce’ye, Halvori’ye, Gole Çetu’ya, Bağır’a, Sekasur’a, Geyiksuyu’na, İksor’a, Cevizlidere’ye, Tagar’a, Aliboğazı’na yapılacak her müdahaleye en güçlü şekilde Dersim Barosu olarak cevap vereceğiz.
Biz bugün buradan ilan ediyoruz:
Dersim’in dağlarını, suyunu, ormanını, yaşamını kimseye teslim etmeyeceğiz!
Çocuklarımıza beton değil, zehir değil, yoksulluk değil…
Yaşanabilir bir gelecek bırakacağız!..
Hoşçakalın…





