BASINA ve KAMUOYUNA
Değerli basın mensupları, değerli meslektaşlarımız, değerli çevre mücadelesi veren kurum temsilcilerimiz ve çevre mücadelesine canı gönülden destek veren değerli Dersim halkı, hepiniz hoş geldiniz.
Bugün burada, Gola Çetu’da bir araya gelmemizin sebebi, ilimizde hızla artan çevre tahribatına, madencilik faaliyetlerine, hidroelektrik santrali (HES) projelerine ve benzeri girişimlere karşı hukuki ve toplumsal sorumluluğumuzu bir kez daha dile getirmektir.
Türkiye’nin taraf olduğu ve Anayasanın 90.maddesine göre üst hukuk normu niteliğinde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. Maddesi, yaşam hakkını mutlak ve vazgeçilmez temel insan haklarının başında saymaktadır. Yaşam hakkı, diğer temel hak ve özgürlüklere sahip olmanın ön koşulu olup bu da çevre hakkının sağlanması ile mümkündür. Bu anlamda çevre hakkı ile yaşam hakkı anlamlı bir bütünlük oluşturur. Bizler, Anayasa’nın 2. Maddesinde belirtildiği üzere, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak çevre hakkının korunması, ekolojik dengenin gözetilmesi, yaşam alanlarının savunulması ve halkın sürece katılımının sağlanması için mücadelemizi sürdüreceğiz.
Toplum yararını yok sayan yatırımlar, tarihi, kültürel ve doğal varlıklarımızın insan eliyle yok edilmesi, sürdürülebilir yaşamı tehdit etmektedir.
Çevre, yalnızca bugünün değil, gelecek kuşakların da ortak varlığıdır. Anayasa’nın 56. maddesi açıkça, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu ve çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ve vatandaşların görevi olduğunu düzenlemektedir.
Ne var ki, “kamu yararı” veya “ekonomik kalkınma” gibi gerekçelerle yürütülen madencilik faaliyetleri, HES projeleri ve benzeri uygulamalar, doğaya, canlı yaşamına ve bölgemizin ekolojik bütünlüğüne onarılamaz zararlar vermektedir. Ekosistemi tahrip eden bu faaliyetlerin çoğu, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçlerinin yeterince şeffaf ve bilimsel yapılmaması, halkın katılımının göz ardı edilmesi gibi ciddi sorunlar barındırmaktadır.
Dersim’in her bir karış toprağı; binlerce yıllık kültürel, tarihi ve ekolojik mirasın sembolüdür. Burada yürütülmek istenen madencilik faaliyetleri ve benzeri projeler, sadece doğayı değil, insan yaşamını, geçim kaynaklarını ve kültürel dokuyu da tehdit etmektedir.
İlimizin genelinde ve Ovacık ilçesinde araziler imara açılıp herhangi bir alt yapı olmaksızın inşaat süreçlerinin başlayacağını öğrenmiş bulunmaktayız. Her ne kadar bu araziler kişilere tahsis edilmiş olsa da alt yapı olmaksızın bu tür yapıların atıklarının Munzur nehrine karışacağı aşikardır. Ve Pülümür Vadisinde hızlı yapılaşma sonucu buradaki alt yapı sorunu nedeniyle kanalisazyon atıkları Pülümür çayına akıtılmakta, bu durum ekolojik dengeyi bozduğu gibi Munzur nehri ve Pülümür çayındaki cümle canlıya telafisi imkânsız zararlar verecek ve gelecek kuşaklar bu durumdan olumsuz etkilenecektir.
Ovacık ilçesi yerleşim yerlerinden Munzur Vadisi Milli Parkı’nın temel kaynak değeri Munzur Nehrine kanalizasyon atıklarının deşarj edilmesi keza tabanı doğal sit alanı ilan edilen Pülümür Çayına yerleşim yerlerinin kanalizasyon atıklarının deşarj edilmesi hukuka da inancımıza da aykırıdır. Kanalizasyon atıklarının deşarj edildiği akarsularımızın kültürel ve doğal mirasımızın temeli olduğunu buradan tekrar hatırlatmak isteriz.
Belirtmek gerekir ki, gerek Munzur vadisi ve gerekse de Pülümür vadisi Munzur ekosistemi içerisinde bulunup, anılan ekosistem önemli doğa alanı ve önemli bitki alanı durumundadır, bu bakımdan Munzur havzasının ülkemizin tarafı olduğu dünya kültürel ve doğal mirasının korunmasına dair sözleşme hükümleri çerçevesinde dünya kültür mirası listesine alınması gerekmektedir.
Anladık ki sistematik olarak bütün nehirlere ve derelere bir himaye eli uzanmıştır. Anladık ki doğal yaşam alanlarına sıra gelmiş ve doğal yaşam alanları ticaretin konusu edilmekte. Gerçekten yaşadığımız bu süreçte firmalar yatırım adı altında adeta “su madenciliği” yaptılar ve damla damla akan nehirler ve dereler bu firmaların çıkarları doğrultusunda paylaşıldı. Diğer yandan ise vicdanlı insanlar bu akıl almaz uygulamalara karşı çıktı. Biz de bu noktada bu nehirleri ve dereleri adeta soykırıma uğratan bu uygulamalara karşı çıkmayı vicdani bir sorumluluk olarak değerlendiriyoruz.
Bu nedenle;
• Hukuka aykırı projelere karşı tüm yasal yolları kullanacağımızı,
• Ekosistemi tahrip eden hiçbir girişime izin vermeyeceğimizi,
• Halkın yaşam alanlarının ve sağlıklı çevre hakkının korunması için kararlılıkla mücadele edeceğimizi bir kez daha ifade ediyoruz.
Dersim Barosu olarak, çevre hakkının yalnızca hukuki bir mesele değil, insan hakkı olduğunun altını çiziyor, kamuoyunu ve yetkilileri sorumlu davranmaya davet ediyoruz.
TUNCELİ BAROSU YÖNETİM KURULU