8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.

BASINA VE KAMUOYUNA

 

Bundan yüz atmış iki yıl önce bir 8 Mart günü, New York' ta tekstil fabrikasında çalışan kadın işçiler; eşit işe eşit ücret, günde sekiz saat çalışma, doğum izni gibi insanca yaşama ve çalışma koşulları için bir eşitlik mücadelesi başlattılar. Çoğu kadın, bu haklı taleplerinin bedelini, atölyelerde çıkarılan yangınlarda boğularak veya yanarak ödedi.

Bundan elli üç yıl sonra, kadının insan hakları için savaş veren bir başka kadın, Clara Zetkin, 8 Mart' ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önererek kadınların mücadelesini tarihin sayfalarına yazdırdı. 8 Mart eşitlikten, barıştan, özgürlükten, demokrasiden yana tüm dünya kadınlarının mücadele ve dayanışma günüdür. Her yıl olduğu gibi bu yıl da tüm kadınlar için eşit, adil, insan onuruna yaraşır, barış içinde bir yaşamı savunmak için buradan haykırıyoruz. 

Ülkemizde nüfusumuzun yarısını teşkil eden kadınlar; yaşamın her alanında varken; karar alma organlarında, istihdamda, eğitimde politikada aynı oranda temsil edilememektedir. Bunun yanında kadınlara yönelik ayrıştırıcı, ötekileştirici, yok sayan ve kendinde kadını ve kadına ait tüm değerleri yok etme hakkı gören politikalar sistematik bir şekilde devam etmektedir. Bu politikalar kadınlara yönelik fiziksel, psikolojik, ekonomik, sosyal, kültürel her türlü şiddet ile somutlaşmakta, yaşamın her alanına sirayet etmekte ve gün be gün artış göstermektedir. Bu kapsamda yalnızca 2020 yılının ilk 2 ayında 49 kadın erkek egemen zihniyet tarafından katledilmiştir.       

Bizler kadınlara yönelik her türlü şiddetin artmasını, görünürlüğün ve farkındalığın artmasıyla açıklanmasını kabul etmiyoruz. Kadına yönelik şiddetin artmasında kadına yönelik politikalarda sistemli bir geriye gidişin etkisi büyüktür. Eğitim müfredatı ile toplumsal cinsiyet rollerindeki eşitsizlikler pekiştirilmekte, dini referanslar dikkate alınarak kanuni düzenlemeler yapılmakta, kesintisiz zorunlu eğitim süresi kısaltılmakta, kadına yönelik şiddet haberlerinde medyada eril dil kullanılmakta, kadının asıl görevinin annelik ve esas yerinin ev olduğu algısı yaratılarak kadının sosyal yaşamda yer alması kısıtlanmaktadır. Kamusal alanların kadınlar için güvenilir hale getirilmesi sağlanacağı yerde kamu hizmetleri toplumsal cinsiyet ayırımına yol açacak şekilde verilmekte, failin fiili tartışılacağı yerde kadının şiddete uğramasına bulunduğu yer, zaman ve giyiniş biçimleri mazeret olarak kullanılmaktadır. 

Kadına yönelik şiddetin önlenmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği problemi; ekonomik ve toplumsal hayatın eşitlik ilkesi kapsamında düzenlenmesiyle mümkündür. Kadınları toplumsal hayat dışına itmeye çalışan, cinsiyetçi ve ayrımcı politikalardan ve uygulamalardan vazgeçilmelidir.   Her türlü toplumsal cinsiyet eşitsizliğin kaldırılması için eğitim sisteminin topyekün değiştirilmesi bir zorunluluktur. Politik dil kullanımının gericilik ve muhafazakarlıktan uzak kadına yönelik şiddeti teşvik edici olmaktan uzak olması zorunludur. 

Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığınca yapılmakta olan sakıncalı ve sağlıksız  kadına yönelik cinsel tanımlamalara son verilmelidir.  Aile kavramı kullanılarak; kadına yönelik şiddette ve aile mahkemesinin görevli olduğu alanlarda ve davalarda arabuluculuk ve uzlaştırma yöntemleri kabul edilmemelidir. Kadını sadece ailenin bir parçası gören politik, kültürel anlayış değiştirilerek, kadının eşit ve özgür birey olduğu kabul edilmelidir. 

 Hukuk sistemi açısından ise öncelikle iç hukukta  6284 sayılı AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN başta olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu hayat kurtaran İstanbul ve CEDAW Sözleşmesinin amasız fakatsız uygulanması, yargı kararlarına gerekçe yapılması , Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının iç hukukta göz önüne alınması gerekmektedir. Türk Ceza kanununda yapılacak tadille ayrımcılık suçunun kapsamının tekrar değerlendirilmesi ile cezaların artırılması, yine kadına yönelik şiddetin cezalandırılmasında  etkili bir suç sistematiğinin oluşturulması gerekmektedir. 

Kadınların ekonomik özgürlüğü için çalışmasının önündeki engellerin kaldırılması, sosyal güvenlik, parasız eğitim ve parasız sağlık haklarından yararlanılmasının sağlanmalıdır.

-Aile içi şiddeti ve genel olarak kadın ve çocuklara yönelik şiddeti önlemek için kampanyalar ve eğitim programları başlatılmalıdır

-Medya, kadın ve çocuklara yönelik şiddeti teşvik edici yayınlar üzerinde kendi oto-denetim mekanizmasını kurarak kadın ve çocuklara yönelik şiddeti bir malzeme olarak kullanmaktan vazgeçmelidir.

-Şiddete uğrayan kadınlar için başvuru ve sığınma evlerinin sayısının artırılmalı, ücretsiz danışmanlık, psikolojik ve tıbbi destek ve yasal yardımın yapılmalıdır.

-Evde, sokakta, işyerinde, gözaltında, cezaevinde yaşanan kadına yönelik şiddetin sorumlularının yargılanmasını ve caydırıcı yasal tedbirler alınmalıdır.

-Yine Eğitim, istihdam, sağlık, siyaset, hukuk ve benzeri alanlarda fırsat ve olanaklardan eşit düzeyde faydalanması, kadın ve erkeğe verilen hakların, yüklenen sorumlulukların adil bir biçimde dağıtılması ve bu adalet sağlanana dek nafaka tartışmalarına son verilmesi gerekmektedir. 

Kısacası daha kadın hakları merkezli, yaşanabilir bir dünya için kadının etkinlik alanlarının güçlendirilmesi kadının renginden yoksun inşa edilmiş bu sistemde,topyekün demokratik ekolojik bir toplumsal dönüşüm yaşanması olmazsa olmazdır.     

Bizler Tunceli  Barosu kadın hakları komisyonu olarak toplumsal cinsiyet eşitliğini tesis etmede gerekli çerçevenin oluşturulması; sosyal, politik ve hukuksal düzenlemelerin geliştirilmesi ve zihniyet değişiminin gerçekleştirilmesi için her türlü çabayı göstermeye devam edeceğimizi kamuoyu ile tekrar paylaşıyor, bütün kadınların 8 mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü dayanışma ile kutluyor, şiddetin, ayrımcılığın, eşitsizliğin, sömürünün, savaşların son bulduğu özgür bir yaşam diliyoruz.

                       

                                                                       Tunceli Barosu Kadın Hakları Komisyonu